"Kitle İmha Silahlarının Yayılmasının Finansmanının Önlenmesine İlişkin Kanun Teklifi" dün Meclis'te kabul edildi. Teklifin hemen ardından yapılacak yasal değişiklikler tartışmaya açıldı. Teklif edilen kanunun adı ve gerekçesi kitle imha silahlarının yayılması ve terörün finansmanının engellenmesi olarak sunulsa da, teklif Dernekler Kanunu ve Yardım Toplama Kanunu’nda da önemli değişiklikler öngörüyor.
Konuyla ilgili TKP’li Hukukçular'dan da açıklama geldi. Açıklamada "Yapılan değişiklik ile avukatın kendi müvekkilinin muhbiri durumuna düşürülmesi söz konusu. Avukat-müvekkil ilişkisinin gizliliği ise tek başına bir etik problem değil, asıl olarak savunma hakkının ayrılmaz bir parçası. Bu anlamda söz konusu düzenlemenin avukatlar ve meslek örgütleri tarafından da kabul edilmesi mümkün olmayacaktır" denildi.
TKP’li Hukukçular'ın açıklaması şöyle:
"Kitle İmha Silahlarının Yayılmasının Finansmanının Önlenmesine Dair Kanun” 27 Aralık'ta Meclis Genel Kurulunda kabul edildi. İsmi ve gerekçesi her ne kadar kitle imha silahlarının yayılması ve terörün finansmanının önlenmesi olarak sunulsa da, barındırdığı değişiklik önerileri incelendiğinde başta Dernekler Kanunu ve Yardım Toplama Kanunu gibi birçok kanunu değiştirmeyi öngördüğü görülecek. Hâl böyleyken söz konusu kanunun, özellikle AKP iktidarıyla yerleşiklik kazanan ve tek bir yasayla alakasız pek çok yasa hakkında değişiklik öngören “torba yasa” niteliğine sahip olduğu kolaylıkla anlaşılıyor. Diğer “torba yasa”larda olduğu gibi bu yasada da mızrak çuvala sığdırılmaya çalışılıyor, vitrinine “terör karşıtlığı” konulurken vitrinin arkasında patronların çıkarları kollanıyor. AKP’nin otoriter reflekslerinin yasal (!) kılıfı hazırlanıyor.
Kanunun 20. maddesiyle, Avukatlık Kanunu’nun uygulamasına ve avukatlık mesleğine ilişkin çok önemli bir değişiklik yapıldı. Söz konusu değişiklikten kısaca bahsetmek gerekirse, “Suç Gelirlerinin Aklanmasının Önlenmesi Hakkında Kanun”un 2. maddesine yapılan ekleme ile serbest avukatlara taşınmaz alım satımı, şirket, vakıf ve dernek kurulması, idaresi ve devredilmesi gibi işlerle sınırlı olmak üzere kimlik tespiti, gerçek faydalanıcının tanınması, müşterinin durumunun ve işlemlerinin izlenmesi gibi müşterinin tanınmasına ilişkin yükümlülükleri, şüpheli işlem bildirimi, bilgi ve belge verme, muhafaza ve ibraz yükümlülükleri getiriliyor. Yani bu düzenleme eliyle avukatların müvekkilleri adına yaptıkları işlemlerden “şüpheli” nitelik taşıyanları ihbar etmeleri zorunlu hale geliyor. Bir nevi avukat, müvekkilinin muhbiri haline getiriliyor. Bu değişikliği ve sonuçlarını değerlendirmeden evvel; kanun öncesi uygulamayı, mevcut yasal durumu ifade etmekte fayda var.
'Avukat-müvekkil ilişkisinin gizliliği': Ne anlama geliyor, nasıl sonuçlar doğuruyor?
Gizlilik ilkesi, avukatlık mesleğinin en temel ilkelerinin başında geliyor. Yasal yansımalarından bahsetmeden önce gizlilik ilkesinin; avukatların, görevleri ve müvekkilleri ile ilişkileri nedeniyle öğrendikleri bilgileri-sırları açıklamaması ve ifşa etmemesi anlamını taşıdığını belirtmeliyiz. Bu ilke, hukuki korunmaya ve desteğe ihtiyaç duyan kişilerin, kendi hakkını savunurken avukatlarına açıkladığı bilgilerle yeni bir mağduriyet yaşamamasına zemin oluşturuyor. Yurttaş avukatına derdini anlatacak, fakat avukatına güvenerek anlattığı hususlardan ötürü bir tehlike ile karşılaşmayacak… Nitekim Anayasa’da da öngörülen savunma hakkı ancak bu hâliyle etkili bir şekilde kullanılabileceği gibi, kişinin kendi hakkını “çekinerek” savunması hem hak ihlali yaratacak, hem de başta hukuk olmak üzere bütün zeminlerde kişiyi müdahale edebilen “özne” olmaktan çıkaracak, her an mağdur olabilecek ve müdahale etme yeteneği sınırlanmış bir “izleyici” konumuna itecektir.
Gizlilik ilkesinin kanuni yansımalarını pek çok yasal metinde görmek mümkün. En başta Avukatlık Kanunu’nda avukatların, kendilerine tevdi edilen ve avukatlık görevi nedeniyle öğrendikleri bilgi ve sırları açıklamaları net bir şekilde yasaklanmıştır Avukatların bağlı olduğu meslek kuralları, kişinin davasını yürütüp yürütmemesinden bağımsız olarak avukatlara sır saklamasını ve sırrı gizli tutmayı temel ilke olarak saymıştır. Bunun yanında mevcut yasal durumda avukatlar, yapmış oldukları işler nedeniyle müvekkilleri aleyhine tanıklığa zorlanamayacakları gibi, tanıklık yapmayı istemeleri durumunda ancak iş sahibinin rızası ile tanıklık edebilirler. Tanıklık yapmamak ise avukat nezdinde cezai ve hukuki sorumluluk oluşturmamaktadır. Hatta avukatların büroları dahi ancak mahkeme kararıyla aranabilir, üstleri ise suçüstü durumlar dışında aranamamaktadır. Bütün bu yasal düzenlemeler kişilerin kendi hakkını arama sürecindeki bilgilerin açığa çıkmamasını, avukatın da hak savunuculuğu esnasında hakkını savunduğu bireylerin sırlarını ifşa etmemesinin güvencesini oluşturuyor.
Yukarıda çizilen çerçeve esasen; Anayasa ve uluslararası sözleşmelerle korunan savunma hakkının, hak arama hürriyetinin, hukuki güvenlik ilkesinin yansıması anlamına geliyor. Anlatmaya çalıştığımız kazanılmış haklar ise yalnızca avukatlar ve hukukçular için değil, aynı zamanda emekçiler için de bir koruma sağlıyor. Zira yaşanan pek çok hukuksuzluğun, kuralsızlığın, AKP iktidarının otoriter reflekslerinin ve patronların sömürüsünün içinde; kendi hakkı için hem politik zeminde, hem de hukuk alanında mücadele etmeye muhtaç olanların başında emekçiler geliyor. Mevcut hukuki durumdaki hakları da yalnızca avukatların “imkânları” olarak değil, “bütün emekçilerin cephanesi” olarak düşünmek gerekiyor. Peki, sözünü ettiğimiz yasal değişikliklerle neler değişecek, nasıl sonuçlar meydana gelecek? “Terör ve kitle imha silahları ile mücadele” mi sağlanacak, yoksa “emekçilerin hukuksal cephanesi”ne mi müdahale edilecek?
Yeni Kanuni Düzenleme Ne Öngörüyor? Kitle İmha Silahları ile Mücadele mi? Muhbir Avukatlık mı?
Yürürlükteki Avukatlık Kanunu’na göre avukatların, kendilerine tevdi edilen görevleri dolayısı ile öğrendikleri hususları açığa vurmaları yasaktır. Ancak yapılan değişiklik ile avukatın kendi müvekkilinin muhbiri durumuna düşürülmesi söz konusu. Avukat-müvekkil ilişkisinin gizliliği ise tek başına bir etik problem değil, asıl olarak savunma hakkının ayrılmaz bir parçası. Bu anlamda söz konusu düzenlemenin avukatlar ve meslek örgütleri tarafından da kabul edilmesi mümkün olmayacaktır. Avukatların, yapmış oldukları işler nedeniyle müvekkili aleyhine tanıklığa zorlanamaması avukatlık mesleğinin doğasından kaynaklanmakta olup bu husus Avukatlık Kanunu tarafından da güvence altına alınmıştır. Avukatları iktidarın muhbiri olmaya iten söz konusu düzenleme, iktidarın avukatlık mesleği özelinde savunma hakkına yönelen sistematik saldırılarının yeni bir boyutu olarak değerlendirilmelidir.
Öte yandan mevzuat değişikliği ile amaçlanan suçun yetkili makamlara ihbarına yönelik düzenlemelerin Türk Ceza Kanunu’nda zaten mevcut olduğunu belirtmeliyiz. Kamu görevlisi sıfatını haiz avukatların yasal düzenlemeye göre görevleriyle bağlantılı olarak bir suç işlendiğini öğrenmeleri halinde durumu yetkili makamlara bildirme yükümlülükleri zaten vardır. Avukatlar, kamu görevlisi olmanın bilinci ve ettikleri meslek yemininin sorumluluğu ile görevlerini ifa etmektedirler. Bahse konu mevzuat değişikliği avukatların kamu görevlisi ve hukukçu olmalarından gelen sorumluluklarının farkında olma düzeyinde değişiklik yaratabilecek içeriğe sahip olmaktan hayli uzaktır.
Avukatları “suç teşkil eden” işlerin aracısı olmaktan uzak tutmaya (!) çalışan söz konusu yasal düzenleme tüm bu sebeplerden dolayı kadük doğmuştur. Düzenlemenin anlamsızlığının bir diğer ispatı da Avukatlık Kanunu’na göre avukatların hâli hazırda, yolsuz veya haksız gördükleri işi reddetme yükümlülüklerinin bulunmasıdır. Her ne kadar iktidar tarafından aksi düşünülüyor olsa da avukatlar, mesleğin yarattığı koruma kalkanı içerisinde suçun ya da suçlunun aklanmasının yollarını arayan kişiler değillerdir. Avukatın, insanın değil suç teşkil eden fiilin cezalandırılmasını, suç işleyen insanın ise topluma kazandırılmasını sağlama amacı gütmesi gereken hukuk düzenimizde adaletin sağlanmasının teminatı olma gayesi hiçbir yasal düzenleme ile değiştirilemez.
İktidarın, kendisinden olmayan herkesi potansiyel suçlu olarak görmesine avukatlar alışkındır. Kendinden olmayanı suçlu ilan eden, kanuna göre suç fiili değil, mahkûm etmek istediği kesime göre suç icat eden OHAL hukukunu avukatlar iyi tanımaktadır. Kitle imha silahlarından, terörden dem vurup, öte yandan “muhbir avukat” kurumunu yerleştirerek savunma hakkına ve halkın hak arama özgürlüğüne darbe vuracak düzenlemeler içeren yasalar OHAL hukuku mantığının dışında değerlendirilemez. Baroları adeta birer suç örgütü olarak algılayan iktidar, avukatlık mesleğine olan sistematik saldırılarına savunma hakkının özünü ilga etmeye çalışarak devam etmekte ve ölü doğacak bu yasal düzenleme ile savunmanın temel ilkelerini ortadan kaldırmaya çalışmaktadır. Bahse konu düzenlemenin vicdanı ve mesleğe inancı olan avukatların mesleği ifa şekillerinde temelde bir değişiklik yaratmaması, yasa eliyle indirilecek darbenin teröre veya kitle imha silahlarına değil, savunma hakkına yöneleceği gerçeği kimse açısından şaşırtıcı olmayacaktır.
Yorumlar
Kalan Karakter: