Acı ve yas... Sonra bir avuç dua oluverirsin. Biz oynarken yaşam denen oyunla o ansızın buluverir seni. Yarın ne olacağını bilmediğin bir hayatla pazarlık yapma! Hayat ne acıdır. Bütün yaşadığın zaman içinde her yeni bir gün, sadece tek bir güne daha göz açabilmek için, gözlerin kapansa dahi tek bir gün daha nefes alabilmek, yaşayabilmek için savaşırsın. O sana ne yapar? Sen bütün varlığınla onun için savaşırken canını dişine takıp, o sana nasıl bir hile yapar? Sen her sene bir yaşını, her gün bir gününü, her an bir saniyeni, bir nefesini daha kaybedersin. Sonra iyi veya kötü o gün elinden kayıp gider. Gençliğini, güzelliğini, heyecanını kaybederken bir gün daha savaşırsın. Tek bir gün daha nefes alabilmek için. Bir gün en sevdiklerinden birinin elinden yitivereceğini bilsen yine de savaşır mıydın o gün? Denizin, toprağın, yeşillerin kokusunu içine çekip tek bir gün daha nefes alabilmek için savaşır mıydın? Savaşırdın, savaştın. Nereden mi biliyorum? Savaşıyorsun hala çünkü. Bir ertesi gün daha o nefesi içine çekebilmek için savaşıyorsun. Savaşmak zorundasın. Dünyaya geldiğimiz gün, bir yandan yaşamaya, bir yandan da ölmeye başlarız çünkü. Dünya... Dünya ne çılgın ve tuhaf öyle mi? Tuhaf ve çılgın olan dünya mı peki? Ben mi? Hayır. Sen mi? Hayır. Sizler... Ha pardon bizler! İnsanoğlunun ta kendisi. Allah ölüm acısını dağlara vermiş, taşıyamayıp yıkılmış. Nehirlere vermiş, ağlamaktan kurumuş. Denizlere vermiş, fırtınalar kopmuş. Rüzgarlara vermiş, esmiş esmiş tükenmiş. En sonunda hepsi dile gelerek, Al bu acıyı, dayanamıyoruz'' diye Allah'a yalvarmışlar. Allah ölüm acısını onlardan almış, biz insanlara vermiş. İnsanoğlu arsızmış çünkü çabuk unuturmuş, çabuk alışırmış. Dağları yıkan, nehirleri kurutan, rüzgarları tüketen ölüm acısı insanı tüketmemiş. İnsan acının ilk haliyle kavrulmuş, kavrulmuş ama zamanla alışmış. Bak.. Şimdi aç pencereni, çıkar kafanı dışarıya bak! Burası dünya! Önünden ilk geçen de hayat! Bak ne kadar çok, herkese yetecek gibi. Hatta yenilere, eskilere, gelmiş geçmiş herkese. Ne kadar çok ışık var, ne kadar çok ev, ne kadar çok araba, ne kadar çok hayvan ve ne kadar çok insan. Milyonlarca insanın içinden tek birinin taşınıp gitmesi ne ifade eder ki? Dalgalar kayalığa vurmaya devam eder, gökyüzü mavi olur yine, Güneş de doğar ardından merak etme. Hiçbir şey değişmez. Belki bir kuş konduğu daldan kalkıp başka bir dala konar. Bir taraftan ölürken birisi bir taraftan doğar yenisi. Bir taraftan giderken birisi, bir taraftan döner gelir diğeri. Bir tarafta olurken cenaze töreni, aynı gün patlar düğün fişekleri. Bir taraftan ağlarken birileri, diğer tarafta güler diğerleri. Bir taraf acı doluyken bir taraf mutlu. Hepsi de insanoğlu. Dayanılmaz denilen acılarla, onarılmaz denilen yıkıntılarla, altından kalkılamayacak zorluklarla, bir daha kavuşamayacaklarına duyulan ayrılık acılarıyla tekrar yola devam etmedi mi insanoğlu, etti. Devam etti. Devam etmek zorunda. Sevdiklerimiz bavullarına dualarımızı doldurup görmediğimiz bir dünyada yeni bir hayat inşa etmeye giderler bir gün ve insan en yakınını kaybettiğinde kim için ağlar? Yine kendisi için. Ben nasıl dayanacağım diye. Sonra gözyaşlarını yağmur diye akıtmayı öğrenirsin içine deliler gibi yağmurlar yağdığını hissederken üstüne. Islanırsın, üşürsün, alışırsın. Uyuyunca geçer mi dersin. Sabah bir ışığa uyanırsın sonra yine. Ölüm acısıyla insanın içinde 40 mum yanarmış, bu yanan 40 mumun sıcaklığı öyle acıtırmış ki, insan dayanamazmış. Sonra her geçen gün bu yanan mumlar birer birer sönermiş. Ta ki 40. muma kadar... Bu son yanan mum hiç sönmezmiş insanın hayatının sonuna kadar. Bu son mum alışmak içinmiş, o acıyla yaşamayı öğrenmek içinmiş. Kaybedilen sevdiğinin ardından günlerce acı içinde kıvranıp acısını unutmaya çalışan, kıvrandığı acılardan sıyrılıp yüreğinin bir köşesinde sızıyla yaşayamaya alışan biz insanlar karanlığın ortasında kalır da yine de yaşayacak bir ışık buluruz. Mevlam şu toprağa can verse eskisi gibi olur mu her şey, dönüp gelen devam edebilir mi kaldığı yerden, bulabilir mi herkesi yerli yerinde eskisi gibi? İyiliği kötülükle, kötülüğü iyilikle sarmaş dolaş verir hayat. Toprağı yeşille, yeşili toprakla verir dünya. Ve... Yaşamı ölümle, ölümü yaşamla sarmaş dolaş verir evren. Hayat halkalarla birbirine bağlanmış zincir halat, o zincirleri oluşturan her bir halka önümüzdeki hayat yolunda karşılaşacağımız iyi ile kötünün içiçe geçmiş bağıdır. Kim bilir belki de kötü şeyler olmasaydı, iyi şeyler tüm güzelliğini yitiriverirdi. Belki de iyi şeyler biter ki daha iyileri başlayabilsin. Hayatı yarına ertelemek için vakit yok! Gogol' un dediği gibi her şey ölüm için yaşıyor ve Firdevsi haklı yeryüzünün mezardan başka beşiği yok.
Yorumlar
Kalan Karakter: