Yaşar Sert

Yaşar Sert

Uluslararası İlişkiler ve Siyaset Bilimi Uzmanı

Kudüs' ten Mezhep Savaşına

22 Aralık 2017 - 14:43 - Güncelleme: 22 Aralık 2017 - 15:40

Bizim ülkemizde ve özellikle bizim gibi düşünen ülkelerde şöyle bir alışkanlık vardır: Hiç kimse bir konunun geçmişine bakmadan sadece o günkü anlık gelişmeler üzerinden yorum yapar.

Şimdiki Kudüs olayında da ilk akla gelen sorular: "ABD buraya neden girdi acaba? Ne düşünüyor?  Yeni bir savaş mı başlıyor? Trump buraya niye girdi? Bundan sonra müslüman ve Arap ülkeleri ne yapacak?"  Oysa ki hiç bir şey yapamayacaklarını beraber göreceğiz.

'Kudüs' sorununun yaklaşık yetmiş yıllık bir geçmişi vardır. Ama yine de bu soruna öncelikle ABD'nin kendi iç politikasının öne çıktığını görmekteyiz. Trump'ın son zamanlarda kendi ülkesinde ciddi sıkıntılar yaşadığını göz önüne alırsak doğru bir hamle yaptığını düşünebiliriz. Daha geçen haftalarda kimsenin yıllardır yapamadığı vergi yasasını zor da olsa hayata geçirmiştir. Bunu neden yaptı? Tabi ki Yahudi lobisinin desteğini almak için böyle bir adım attı. Çünkü ABD'de bu lobi her zaman çok güçlüdür.

Ayrıca yıllardır Demokratlar karşısında ezik durumda olan Cumhuriyetçiler bu hamleleriyle bir nevi prestijlerini kurtarmış oldular.

1947'de demokrat lider Truman, BM'nin de desteğini alarak Filistin toprağını İsrail’e verdi. Müslüman ülkeler o tarihten bu zamana kadar sadece kuru gürültünün dışında hiç bir şey yapmadı. Aslında sayısal olarak baktığımızda altı milyon İsral'e karşı Dünya'da sadece 1,5 milyar müslüman bulunmaktadır. Sadece etrafındaki Arap nüfusa baksak tam 350 milyondur. Normalde "isteseler İsral'i tükürükleriyle boğarlar". Neden yapamadılar?

Bugünkü gibi 22 Arap ülkesi hep kendi içlerinde kavgalıydılar. Birkaç gün önce Türkiye'de toplanan İslam İşbirliği Teşkilatı toplantısında bu durum daha net ortaya çıktı. Bu toplantıya bölgede en önemli aktörelerden ülkelerden olan Suudi ve Mısır başkanları yine katılmadı. Çünkü büyük patronları olan ABD'den çekinceleri vardı. Zaten çok fazla zaman geçmeden bir çok müslüman ve Arap ülkeleri yavaş yavaş Kudüs'ü İsrail'in başkenti olduğunu kabul edeceklerdir. Buna da mecburlardır, çünkü şimdi vereceğim rakamlar bunu net bir şekilde gösteriyor.

Bugün baktığımızda dünya nüfusunun yaklaşık yüzde 25'i müslümandır. Ama toplam teknoloji ihracatı içindeki payı 3.7, patent payı 1.9, ihracat payı 6.9, ithalat ise 7.2'dir. Yani sanayi bakımından oldukça zayıf ve teknolojik açıdan tamamen dışa bağımlı bir topluluğun karşısındaki bu güçlere mecbur kalmaktan başka çareleri yoktur. İslam dünyasının yüksek teknoloji ihracatı yaklaşık sadece Kore'nin yarısı kadardır. Bu rakam herşeyi net şekilde açıklamaktadır.

Güçlü olmayı sadece haklı olmak olarak algılamak yerine iyi bir üretici olmak, sanayi ve teknoloji açısından hızla gelişmek belki de bu tür savaşların en büyük silahı olacaktır.

Kim nasıl kabul ederse etsin ABD'nin bu kararı bu coğrafyada çok doğru bir karar değildir. Özellikle insan hakları ve bölgedeki barış açısından oldukça tehlikelidir. Ayrıca bu sadece Filistin’e değil Orta Doğu’ya yapılmış bir operasyondur. Bu operasyonun en önemli ayağı ise Suudi Arabistan’dır. Biraz geçmişe gidersek Filistin’in 1947 deki İsrail tarafından işgalinden önce 1945'de dönemin Suudi Kralı ile ABD Başkanı Arabistan'da biraraya gelmiş ve iki yıl sonra bu operasyon olmuştur. Şimdi ise yaklaşık altı ay önce ABD başkanı Trump ile Suudi kralı bir araya geldi. Arkasından Arabistan’daki operasyon yapıldı. Sonra da Kudüs  İsrail'in başkenti ilan edildi. Hem 1947’deki Filistin işgali öncesi hem de şimdiki Kudüs olayı aynı senaryolarla olmuştur. Çünkü bu hamlesiyle Suudiler'in kendilerine en büyük rakip gördükleri İran'a karşı ABD ittifakına ihtiyacı vardır.

Yıllardır bu amaç dorultusnda İsrail'in önünü açmak için ve bölgede rahat hareket etmesini sağlamak için her türlü oluşumun içinde olmuştur. Bunun en büyük örneği İran-Irak Savaşı, Kuveyt Savaşı ve arkasından Arap Baharıdır. Çünkü baktığımızda bu Arap baharı birbirlerine çok yakın komşu olan Irak, Suriye ve Mısır'ı vurmuştur. Bu üç ülkenin de kaderi aynıdır. Şimdi geriye bir tek İran engeli kalmıştır. Bu sorunun ortaan kaldırılması da ya Türkiye’yi İran ile bir mezhep savaşına solarak ya da Arabistan'ı İran ile savaştırarak olacaktır. Hangisi olursa olsun bölge açısından oldukça tehlikelidir. Bütün bu olayları Türkiye'nin çok iyi okuması gerekmektedir. Tam da bu zamanda bölgede kime ne kadar yakın kime ne kadar uzak olucağını iyi bilmelidir. Dış politikada duygusal ve mezhepsel bakışlardan uzak durmalıdır. Batı'ya inat İran-Rusya ittifakına yakın dururken AB ve NATO'ya da ılımlı ve dengeli durmalıdır.

Bütün bu olanları gözlemlediğimizde yukarıda da belirttiğim gibi Türkiye' nin yapması gerekenler çok basit:

Türkiye'nin bölgedeki kendi aleyhine olabilecek emperyalist güçlerin kışkırtıcı hamlelerinden uzak durup, bölgede üretici ve ekonomiye dayalı ilişkiler geliştirmelidir. Bununla beraber Irak ve Suriye ile de dostça ilişkiler geliştirip hem dostluk hem de ticaret ilişkilerini yeniden yapılandırmalıdır. Bölgede stratejik hamleler yaparak dostça ilişkiler kurarken çağdaşlık yolunda da Batı ile arasına fazla mesafe koymaması gerekmektedir.

Bu yazı 1908 defa okunmuştur .

YORUMLAR

  • 0 Yorum
Henüz Yorum Eklenmemiştir.İlk yorum yapan siz olun..

Son Yazılar