MANVES CİTY/LATİFE TEKİN


 

Latife Tekin’i okurken şunu düşündüm bu usta edebiyatçıyı (kendisi edebiyatçı denmesinden pek hoşlanmaz aslında)anlamakta neden bu kadar geç kaldım. Oysa çoğu söyleşisini takip ettim konuşmalarını izledim (hatta yazıyı hazırlamadan önce tekrar izledim) ve her defasında kendimden çok büyük parçalar buldum. Elime kitaplarından sadece birini aldım “Berci Kristin Çöp Masalları”  ki çok güzel bir kitaptır sadece okuyup geçmişim. Bu çok ilginç, çünkü; Latife Tekin sol politikaların içinde bizzat çalışmış bir yazar olarak edebiyat dünyasına girmişti ama Sevgi Soysal (ki o da öyledir), Firuzan gibi diline aşina olmamak anlatım tarzında ki farklılık benim onu fark edip anlamamı zorlaştırmıştı sanırım.

Kitabı okurken şöyle bir şey de fark ettim ben kentte doğup büyümüş biri olarak şehir dilini tanırım ama onun kullandığı dil köy dili-ki Yaşar Kemal ‘i çok severim ya da Fakir Baykurt ‘un diline de benzemiyordu. Bu hem yoksulların dili hem de onlara benzemeyen bir sesti.

“Romancıların alışagelmiş, kurgu tanımını reddeden Tekin, bir üst anlatı kurgulamaktan, anlatıcıyı dışarıdan bir ses kılmaktan ziyade karakterlerin dünyasına ait onların yaşatılan içselleştirmiş bir dil kullanmayı tenzih eder” (arka kapak dergisi) yoksulun, kadının ötekinin dili ni kullanır (arka kapak dergisi)

Latife Tekin, Semih Gümüş ile yaptığı bir söyleşide şöyle bahseder yazısının oluşumundan:        “O zamanlarda kendime destek ararken Kemal Tahir-Nazım Hikmet mektupları okudum. Nazım Türk masallarından söz ediyor ben hemen Türk masalları okuyorum, orada da ritmiyle anlatımıyla belli bir hava var. O havaya bakıyorum sonra ninemin anlattığı masallara dönüyorum. Tabi ki bizim kendi geleneksel anlatım biçimlerimiz bunlar” (notos 2016)

İşte o söyleşide “Fabrikaya dair bir roman yazmak isterdim. O benim içimde sızı kaldı” diyen Latife Tekin dokuz sene sonra okurun karşısına çıkıyor hem de içinde ki sızıya yanıt vererek.

Bunca zaman “gümüşlük akademisi” gibi gençliğindeki hayali, kendi kurduğu mekânda (sanat-edebiyat-felsefe atölyeleri) gümüşlükte var etmişti şimdi oradan tekrar ses verdi.

Manves City ‘e gelirsek;

Küçük bir kasaba olan olan Erice ‘nin fabrikalar inşası ile Manves City’e dönüşmesini anlatıyor Yazar bu romanda. Nergis ,Ersel ,Zeyno  ve Serco dan oluşuyor başkahramanlar.

Ersel  ve Nergis çocukluk arkadaşları, yoksul bir kasabada biri babasız biri üvey baba ile büyüyen birbirlerine tutunmuş bu tutkunluk biraz büyüdüklerinde kızın annesi tarafından-oğlun olmasın etrafında  denilerek ,koparılmaya çalışsada Nergis’in Ersel’in amcası Serco ile beraber olması ile yeniden bir araya gelinmiş .Nergis bir fabrika da işçi haklarına karşı mücadele eden ,yalnız yaşayan ,iki çocuğu olan bu mücadelenin bedeli olarak işten atılıp yerel bir gazetede yazı yazarak hayatını kazanan ,umutlu ,dirençli ,cazibeli ve korkusuz bir kadın kahraman.

Ersel ise çimento fabrikasında greve gittikleri sırada yangın çıkarttı denilip içeri tıkılan sessiz, asosyal genç bir adam. Yakışıklı bu yüzden kadınlar onu boş bırakmazken o kendince onlardan kaçıp Zeynur isimli genç bir kadın ile evlenir Ersel. Zeynur’un ilk evliliğinden Eda diye bir kızı vardır. Hamileyken Zeynur ile evlenmiş bu anlamda da diğer erkeklerde öncü ve bebeğe gerçek bir baba – hatta çoğu gerçek babadan daha çok sahip çıkan biri-. Fakat o hapisteyken Zeynur Serco ile beraber Eda’yı bırakıp kaçar. Hapiste Nergis ile mektuplaşmaya devam ederler. Beş yıl sonra hapisten çıkıp Nergis ile birlikte Eda’yı aramaya başlayacak bundan sonra Erice’de yer alan ilişkilerin çok değiştiğine tanık olacak; kendi küçük kasabasında mantar gibi ortaya çıkan yeni kapitalistlerin kirli dünyasında olanları şaşkınlıkla izleyip kirli ilişkilerin içinde kaybolacaktır.

Roman; Nergis’in yerel gazetede yazdıkları yazılardan, işçilerin insan kaynaklarına yazdığı dilekçeler ile paralel işleyen bir kurguyu barındırıyor. Fabrikalar artık değişmiş, işçiler makineleşmenin yanında robotlaşmış, tuvalete gidiş saatleri, çay saatleri, servis saatleri acımasızlaşmış, kalite kontrol denen çember sistemin içinde nefes alamaz olmuş, bir yandan da patron ile selfie çektirmek isteyen işçiler ile ayrışmış durumdadır.

“Tuvalet izninin toplamda 15 dakika olmasına itirazımız dikkate alınmıyor” (sayfa 35)

“İhtiyaç gidereceğimiz zaman yerimizi kime devredeceğiz?” (Sayfa 35)

“Dans kursu açılmasını istiyoruz.” (Sayfa 75)

“İstek kartımızı öneri kutusuna atalı bir ay geçti, patronla selfie çektirmek istiyoruz.” (Sayfa 77)

Hak arama mücadelesi ile yola çıkıp bu süre zarfında istekleri değişen işçiler gibi Erici halkı da değişip yozlaşmıştır. Yeni zenginler türemiş genç kızları zenginlere peşkeş çeken adamlar mı , göç ile ülkeye gelip ayakta kalma mücadelesi veren insanlar mı , Vedplastik gibi kolay yoldan zengin olan insanlar mı. Yazar ülkenin insanlarının değişimlerini ikili ilişkilerin çıkar çarklarının nasıl döndüğünü, insanın bu kalıplara girmezse yaşamayacağının da altını çizer.

Nergis’in yerel gazeteye yazılarında ise bir naiflik dişil bir dil vardır. Romanı güzel kılan belki de tüm bu kötülüklerin arasında Nergis’in varlığı, mücadelesi. Bir çiçek gibi kendi yaşam savaşını veriyor olması. “ Erice’de yaşamak güzeldi eskiden, hoş kokulu, yumuşak toprağına yağmur gibi insan yağmadan önce geceleri evlerde toplanıp çay sefası yapılır…

… Çalışıp kendi parasını yiyen kadınlar olmamız erkekleri utanılacak hareketlere sürükledi, beraberliği bitmiş yalnız kadınlar serbestçe dolaştıkları huzurlu günleri özlüyor.

… Kadınlar için şirin bir ilçe değil miydin sen?” (sayfa 32)

Yoksullar artık günümüz Türkiye’sinde kimlik değiştirmiştir. “ Ben yoksulların yazarıyım” diyen Latife Tekin yeni bir yoksul sınıfını gözlemler. Eskiden onlara eğitim vermeye okur-yazar kursları açmaya giden genç devrimci bir kadın yazar olarak 80 öncesinde bilgiye aç olan, onlara aç olan bir yoksul sınıftan söz ederken şimdinin kurnaz, iş bitirici, kolay yoldan para kazanan, mahalle arası dostluk ne? Birbirinin arkasından kuyusunu kazan insanlar olarak görür yeni Türkiye insanını.

Bu Ersel’in gözüyle roman boyunca anlatılır ve onun gözünden bir üzüntü olarak adeta yüreklerimize geçer. Burada geçmişe özlem değildir, Latife Tekin’in kurduğu dilin gerçekliğidir bize çarpan. Ve yazarın bu noktada anlattıkları duru, sade bir üslupla karşımıza çıkar. Zeynur’un tuttuğu günlükten de kadın beklentilerini okuruz. Yaşama karşı genç bir kadının derinden yaralayan olaylarını onun da arkasında çocuğunu bırakarak geçmişten kaçıyorum diyerek aslında çocukluğundan kaçtığını. İnsanın içine bakarsanız çocukluğu çıkar der romanda Latife Tekin. Bütün bu çirkin, çocukları çocukken yutan düzeni her şeyiyle anlatırken beklenmedik bir sonla biter roman.  Kitabı bitirdikten sonra oturup düşünüp durulmak için bir süre beklemelisiniz zannımca. Belki de Eda’nın sesine kulak verirsiniz;

“Ben güpgüzel bir kızdım, su damlası gibi gözlerim boğazımda yaprağımla hayatımın baharındayım, mayısında bile değil, martındaydım güneşin.” (sayfa 148)

Nüket Ceylan

Yazar:Latife Tekin

Can yayınları,149 syf