İlyas Aydınalp

İlyas Aydınalp

Eğitimci

Annemin Fendi Ekonomik Krizi Yendi

12 Eylül 2018 - 09:00

Siz bu satırları okurken umarım biraz düzelmiş olurum.

Evet hastayım.

Her yerim ağrıyor.

İnsanın ayak serçe parmağı ağrır mı ya. Benim ağrıyor valla.

Mide ve bağırsak feveran içinde.

Feveran kelimesinin “kaynayış” ve “fışkırış” anlamının da olması özellikle bu kelimeyi seçmemde etkili oldu.

Midem kaynıyor.

Bağırsak….

 

Efenim salgın varmış.

Ben ve küçük kızım bu salgından nasibimizi aldık.

O nedenle cumartesi yazmam gereken yazı gecikti.

Özürlerimi kabul edin lütfen.

 

Bir önceki yazımda babamın dövizle imtihanını yazmıştım.

Şimdi ise o süreçte annemin tavrı ve yaklaşımını anlatacağım sizlere.

Malum döviz kurundaki artış nedeniyle benzer süreçlerden geçiyoruz.

Dikkatli okuyun.

Çünkü annem ülkelere, ekonomistlere, politikacılara ders olacak bir süreçle ekonomik krizi yönetmiş biridir.

 

1994 yılı 5 Nisan kararları sonucunda ailemin döviz borcuyla aldığı arabanın maliyeti bir gecede ikiye, birkaç ay içinde de üçe katlamıştı.

Babam evde üzüntüden hasta yatıyor, okula gidemiyor.

Annem okuldan dönünce sessizce köy ekmeği gibi oturuyor bir köşede.

Bendeniz onların haline üzülüyorum.

Paraymış pulmuş derdim değil.

Çocuğum sonuçta.

Kardeşim Hatice oyuncak bebeklerinin saçını tarıyor.

O kadar küçük yani.

 

Neyse annem bir hafta sonra silkelendi.

Hem de ne silkelenmek. Hey yavrum hey.

Babam ve Oğlum filmindeki Gülbeyaz karakterini hatırlarsınız.

Hani “Açeydim gollarımı” sahnesinde “Hüseyin Efendiiii” diye bağırıp Salim’i babasının üzerine koşturup onu yıktıran.

Hah işte o karakter gibi çıktı babamın karşısına.

“Ahmetttt Efendi kendine gel artık” dedi.

Sonra borç alınan eşi dostu arayıp zaman istedi.

Hepsi de “Ne zaman olursa o zaman ödeyin” cevabını verdi.

Hakları ödenmez.

 

O zamanlar kadın devlet memurları yirmi yılı doldurunca emekli olabiliyor.

39 yaşında verdi emekli dilekçesini.

Ve ekonomi anlayışı şu oldu:

“Zaten 36 bedeniz. Kemeri sıkarak düzlüğe çıkılmaz. Nereye kemer sıkıyon. Her yaz İtalya tatiline gidiyoruz da ondan mı feragat edeceğiz. Normal aileyiz işte. Geliri artırmanın yollarını bulalım.”

 

Sonra İzmir’e taşındık.

Babam çalışıyor hala.

Annem özel okulda işe başladı.

Üç maaş giriyor eve.

Annem bir taraftan da özel ders vermeye başladı.

Düşünün bu gelir düzeyine rağmen üç yıl sürdü borç ödemeleri.

Geliri artırmak için senelerce özel okulda çalışıp bir taraftan gece gündüz ders verdi.

Herkese borçlarını ödediler.

Amerikalı ya da Avrupalı bir aile için külüstür ya da hurda sayılacak bir araba, bizim için ise sıradan bir aile arabasının değerinin yarısı kadar borç, bir ev parasına denk gelerek kapandı.

Kimin yüzünden?

Ülkenin başbakanının parlak fikirleri yüzünden.

Allah’tan Başbakan Çiller ekonomi profesörüydü.

İşi biliyor yani.

Başka branştan olsaydı demek döviz üçe değil otuz üçe katlanacaktı.

 

Tansu Çiller ve ekibi 5 Nisan kararlarından dolayı çok ah aldılar.

Ama benim ahım hala sürer.

Tüm gün eğitim veren bir lisedeydim o süreçte.

Neredeyse tüm öğrenciler öğle yemeğinde bir kafe ya da restorana gidiyor.

Biz birkaç gariban öğrenci evden ekmek arası getirdiğimiz sandviçleri yiyoruz.

Ne yapalım. Kiminin ailesi tek maaş üç çocuk.

Kimisi benimkiler gibi borç ödüyor.

Şikayetimiz yok. Aç değiliz açıkta değiliz.

Lakin ergeniz. Canımız istiyor gezelim, tozalım.

Lise bitene kadar bir kafede oturma sayım iki elin parmakları kadardır.

Bir keresinde Allah rahmet eylesin matematik öğretmenim çağırdı beni.

Biraz heyecan biraz da korkuyla dinliyorum kendisini.

Ne derse beğenirsiniz:

“İlyas, evladım. Evden sucuk ekmek getirmişsin. Kokudan arkadaşların rahatsız olmuş. Dikkatli ol evladım” dedi.

Ne ağladım ne ağladım.

Bir ergenin ruh halini düşünün.

Sonraki yıllarda o günlerin travmasını Elmas Havyarı yiyerek ve Petrus Şarabı içerek atlatabildim.

Şaka şaka.

Birinin kilosu birinin de şişesi on beş bin dolar.

Yaktın beni Tansu Çiller…

 

O süreçte annem çok çalışmaktan ötürü hastalandı.

Bağışıklığı mahveden “lupus” denen bir hastalık yapıştı ona.

Hala çok yorulsa, üzülse derisinde yaralar çıkar.

 

Aradan seneler geçti.

Ben iş yeri açtım.

Battım, çıktım.

Zaman zaman hala ekonomik darboğazlarım oluyor her insan gibi.

Ama ekonomiyle ilgili taktiğim hep annemin taktiği oldu.

“Kemer sıkmayla değil geliri artırmayla düzlüğe çıkarız…”

Bu süreçte ülke ve vatandaşlar olarak yapmamız gereken de bu sanırım.

Dış-iç güçler.

Becerisizlik falan filan.

Hepsi bir kenara, üretip çalışmaktan başka bir çaremiz yok.

Mızmızlanarak varacak bir yerimiz yok.

 

Atatürk’ün çok sevdiğim bir sözü var.

“Dünyada hiçbir milletin kadını, milletini kurtuluşa ve zafere götürmekte, Anadolu kadınından daha fazla çalıştım diyemez.”

 

Güçlüdür Anadolu’nun kadını.

Mızmız değildir.

Çalışkandır.

O emekçi elleriyle kurdukları, kurtardıkları yuvalar gibi memleketi de yeniden kurarlar.

Türk erkeği şanslı o nedenle.

 

Ben ise üç kat şanslı erkeklerden biriyim.

Annem güçlüydü.

Eşim güçlü.

Bir de yirmi aylık güçlü bir kızım var.

Sırtım yere gelmez gari…

Bu yazı 3435 defa okunmuştur .

YORUMLAR

  • 1 Yorum
  • okuyucu
    5 yıl önce
    Sizin yazılarınızı okurken kendimizden hayatımızdan birçok kareyi hatırlamak ve evet ya çok doğru demek kadar güzeli yok. Teşekkürler

Son Yazılar