3. Dünya Savaşı Kapıda mı?


Başkanlık görevine geldiği günden beri kendini hem ülkesine hem de dünyaya bir türlü kabul ettiremeyen ve tüm dünyayı aldığı kararlarla şaşkına çeviren bir ABD başkanı seyretmekteyiz. Daha göreve başladığı ilk gün müslümanların ülkeye girişini yasaklayacağını duyurduğu an Ortadoğu’yu çok hareketli dönemlerin beklediği belliydi.

İlk icraatı ise etrafındaki ana kadroyu değiştirerek göreve başladı. Bunlardan dış işleri bakanı, ulusal güvenlik sekreteri, beyaz saray sekreteri gibi kendisine yakın çalışan ve kendi atadığı yaklaşık yirmi kişi görevi bırakıp kaçtı. Akşama kadar odasına kapanıp ve odasının her köşesini dev ekranla kaplattığı tv yi izleyen ve geri kalan zamanını eski arkadaşları ile telefon konuşması yaparak geçiren bir başkandan söz ediyoruz. ABD başkanının çılgınlıklarının devam edeceği bütün bu gelişmelerle belliydi. Fakat şunu başından beri söyledik, bu adamın en büyük sorunu kendi ülkesinde kendisini kabul ettirmek oradaki lobilere göre oyun kurmak  ve oradaki görevini zamanına kadar tamamlamaktır. Bunun için de zaman zaman böyle şeyler yapacaktır.

Ama sonuç itibari ile biz başkan kim olursa olsun bir ABD emperyalizminden bahsediyoruz ve bu sonuç da hiçbir zaman değişmeyecektir. Çünkü ABD’yi hiç bir zaman başkanlar yönetmemiştir, onları oraya getiren güçler yönetmiştir. Bu güçlerin yıllardır istediği ise gelişmemiş halkların varlığını sürdürecek politikalar üretmek ve onları o bölgede sömürmektir. Bu emperyalist güçlerin son örneği ise 2011 yılında başlattıkları Arap baharı politikaları ile Libya, Tunus, Yemen, Mısır gibi ülkeleri yerle bir ederek işe başlamışlardır. Bu bölgede plana uymayan geriye tek bir ülke kalmıştır o da Suriye'dir. Suriye devleti bu güçlere karşı tam yedi yıl amansız bir mücadele ile direnmiştir. Çünkü hiçbir devlet Suriye'nin bu kadar yıl direneceğini hesap etmemiştir. Bunlardan bir tanesi ise Ahmet Davutoğlu ile beraber Türk hükümetidir. Üç ayda Suriye'nin düşeceği hayaline kapılıp hatta o ayın ilk cuması cuma namazını Şam'daki Emevi camiinde kılacakları hayalini bile halkımızla paylaşmışlardır. Çünkü bunların hiç biri bilmiyorlardı Suriye’nin sosyolojik yapısını ve halkının direncini çünkü Suriye bir Irak değildi. 2014 yılına kadar Suriye hükümeti ülke yönetiminin yüzde yirmisini kontrol ederken geri kalan tarafı ise terör örgütünün elindeydi. Fakat Suriye bütün direncini sürdürerek 2014 yılında ülkesinin yüzde seksen beşini ele geçirdi.

Bütün bu gelişmelerden rahatsız olan Batılı güçler birkaç gün önceki Suriye operasyonunu gerçekleştirdiler. Operasyonun diğer önemli sebebi ise bu bölgedeki Rusya, İran ve Türkiye birlikteliğinin rahatsız edici olmasıdır. Çünkü buradaki bu birliktelik Suriye’de barışı sağlamak için yapılmıştır. Ama bu barış birlikteliği ABD'nin hiç de hoşuna gitmemiştir. ABD Suriye'nin kuzey doğusu ve Fırat'ın batısında bir kürt varlığını gerekçe göstererek oraya ona yakın üst kurmuştur. O bölgeden hiç bir zaman çıkmak istememiştir. Bunun sebebi ise orada doğal gaz vardır, su vardır ve Suriye'nin tahıl bölgesidir. Buradaki asıl amacı burada kalarak Suriye'yi kontrol altında tutmak, Türkiye'ye her zaman bir bela oluşturmak, Irak üzerindeki varlığını devam ettirmek ve İran'a karşı burada kalmak ve BOP projesini sürdürmektir.

Bütün bunların devam etmesi için kendi içinde parçalamayı beceremedikleri Suriye'yi kimyasal silah bahanesiyle vurmak oldu. Suriye'de kimyasal silah kullanılmadığını herkes biliyordu. Suriye devleti defalarca BM'ye başvuru yaparak kendi ülkesinin kimyasal silah kullanıp kullanmadığını araştırılmasını istemiştir. Fakat BM bu araştırmayı yapmamıştır. Ayrıca Rusya BM toplantısında Suriye'deki kimyasal silah kullanımı araştırılsın diye önerge verdi bunu araştırmaya gerek yok diye ilk red eden ülke ise ABD olmuştur. Ama aynı ABD birkaç gün önce Suriye'yi kimyasal silah kullanıyor diye vurmuştur. Bunun dışında burada kimyasal silahtan ölmüş ya da yaralanmış hiç bir sivil vatandaş resmi medyada ya da ortada yoktur. Ama aynı hafta içinde yani geçen hafta İsrail devleti Filistinli otuz sivil genci katletmiştir ve batıdan kimsenin sesi çıkmamıştır. Ayrıca bölge halkından olan ve bölgeye yakın olan ayrıca Esad sivil halka kıydı bu operasyon gerekli diyen Türkiye'nin de sesi çıkmamıştır. Ayrıca ABD'den 500 milyar dolar silah alarak iki yıldır Yemen'i vuran Suudilere kimsenin sesi çıkmamıştır ve hiç bir gazetede yer verilmemiştir. Bölgedeki müslüman halkın güvenliği bizim için çok önemlidir diyen Türk hükümetinin de sesi çıkmamıştır. Ama ne varsa bu Suriye halkında buradaki halk çok önemlidir ve tüm batı tarafından korumaya alınmıştır. Ama Doğu Guta'da Esad kimyasal silah kullandı diye dünya ayağa kalkmıştır. Doğu Guta'dan terör örgütleri tarafından atılan bombalarla Şam'da ortalama her gün en az beş insan ölüyordu ve buradaki ölen sivil halktan hiç bahsedilmiyordu. Son aylara kadar Doğu Guta denilen şehrin yüzde doksanı terör örgütü tarafından ele geçirilmişti. Ama Suriye devletinin yaptığı operasyon ile burası temizlendi ve geriye çok az bir terör örgütü elemanı kaldı bunlar da orada anlaşma yapılarak temizlendi.

Bütün bu olanlardan sonra bütün Batı'nın gözü üzerinde iken Suriye devletinin kimyasal silah kullanması mümkün değildir. Zaten bunu ülkemizin cumhurbaşkanı da fark etmiş ve açıklamasında doğrudan Esad'ı değil kim kullandıysa diye söze başlayarak kendisinin de buna inanmadığını ifade eden açıklama yapmıştır. Sonuç itibari ile bütün operasyonlar ve hamleler bölgedeki ABD’nin varlığını güçlü bir şekilde devam ettirebilmesidir. Burada gerçek anlamda bir Rusya ve ABD savaşı söz konusu değildir sadece yapılanlar teknolojik silah savaşından ibarettir. Bölgedeki bir Rusya ve ABD savaşının ikisinin de işine yaramayacağını zaten bu durumda iki ülke de istediğini rahatlıkla aldığını ve alacağını bilmektedir. Olan ve ezilen bölge halkı ve buraya yakın sömürü düzene alet olan ülkelere olacaktır.

Bir gün, İran ve Suriye parçalanırsa bundan sonraki süreçte Türkiye'nin çok fazla bir şansı kalmayacaktır ve bu nedenle ülkemiz hükümetinin buradaki barış politikasına her zaman katkı koyacak politikalar geliştirmesi gerekmektedir.