İstanbul, İzmir Gibi Olmasın!


Diyeceksiniz ki, ‘şimdi de bu tartışma mı çıktı?!’

Tartışma değil canım, küçük bir anekdot.

Ne olmuştu anımsayalım. İzmir’in şehremini Aziz Bey, bir meclis toplantısında bir çıkış yapmıştı. 

Ne dedi? “İzmir, İstanbul gibi olmasın!”

Hatta tam olarak da şunu söylemişti:

İstanbul giderek kötü bir görünüme bürünüyor. Ne hale geldiğini giden görüyor. Biz İzmir’in kalkınmasını, İzmir’in yaşanacak bir kent olmasını istiyoruz. Kent rantı peşinde değiliz. Kamu arsasını satma peşinde değiliz. Yani kenti satma peşinde değiliz. Dünyanın en güzel kenti İstanbul’un düştüğü duruma İzmir’i düşürmek istemiyoruz. Çok güzel bir memleketimiz, çok da güzel insanlarımız var. Bu toprak, bu doğa, bu memleket, bu insanlar bunu hak etmiyor kardeşim.

Tamam başkan, haklısın. Biz de İzmir’in kalkınması ve yaşanacak bir kent olmasından yanayız.

Başkan böyle bir açıklama yapınca muhalifler de çıkıp ‘al birini vur ötekine’ kampanyası başlatıyor. Bu sığ durumdan kurtulmamız gerekiyor.

***

Peki, İzmir’in kalkınması nasıl olur, neyle olur?  

Sanayicisiyle, tüccarıyla olur. 

Attığı taşın ürküttüğü kuşa değeceğine inanan girişimcisiyle, ‘biz bilmezük onlar bilür’ diye danışman ithal etmek yerine kentini tanıyan ve algılayan planlamacısıyla; 

Altyapısından yetişmiş sporcusuyla, sahnesinin tozunu yutmuş sanatçısıyla; 

Ana akım medyada beş dakika görünüp günü yorumlayan değil, kentine danışmanlık yapacak, uzmanlaşmış ekonomistiyle; 

Hayatı boyunca sadece ‘Yunan adalarını’ görmemiş dış ticaretçisiyle; 

Borsa İstanbul’u ihya eden değil VOB’u İzmir’de marka değeri haline getirmeye çalışan borsacısıyla;

Yeni üniversite bitirmiş ve üretmeye aç, heyecanlı mühendisiyle;

İzmirliye İstanbul sosyetesini tanıtan, İstanbul’a İzmir’i pazarlayan değil, dünyayı tanıyan reklamcısıyla; 

Sudan çıkmış balık gibi nereye gideceğini bilmeksizin dünyanın başka bir yerinde içebileceği ithal birayı Kordon’da yudumlayıp geri dönen değil, şöyle üç-beş gün kentin bilinmezliklerini keşfedip ‘İzmir’e doyamadım’ diyen turistiyle;

İpekyolu’na nam salmış, bir zamanların bağlantı noktası olan limanıyla; 

Ankara’ya bile giderken İstanbul’a uğramadan giden havalimanıyla; 

Hani Galenos diyoruz ya; şu tıbbın babası, Bergamalı olan; hani şu Roma medeniyeti, onlarca çeşme ve yok olmuş suyolu bırakan; hani şu büyük Aziz Polycarp, Antik Tiyatroda öldüğü iddia edilen vs… İşte bunları tanıyan ve dünyaya anlatan, üçün beşin derdine düşmemiş, saçları tel tel yolunmamış turizmcisiyle;

‘Buralarda fuar filan kalmadı, yılda iki defa fuar yapamıyoruz’ diyen fuarcısı kendine yeni pazarlar aramadığında;

Telefonun başında çaresiz bekleyen nitelikli ve yetenekli genç beyinleri başka şehirler gelişsin, büyüsün diye; ailesinden, yurdundan uzaklara göndermediğimizde;

Sadece gevrek, boyoz ekonomisi değil; dijital ve gelişen dünya ekonomisini pazarladığımızda;
Kentine hizmet edecek insanı ‘siyaset’ diyip birbirine düşürmediğimizde, olur!

***

Çok güzel bir memleketimiz, çok da güzel insanlarımız var. Bu toprak, bu doğa, bu memleket, bu insanlar yerinde kalırsa, olur!

İşte bu güzel insanların fikrinden, zikrinden yararlanmayı bilen kentin kanaat önderleri, iyi birer orkestra şefi olursa, olur!

Sonra bunlar taşı toprağı altın diye İstanbul’a kaçarsa, sana da Alaçatısı cennet diye gelen İstanbullusu kalır.

Bence önce bakalım: İstanbul, İzmir gibi olmasın!